Prof. Dr. Ekrem Buğra Ekinci’nin kaleminden Osmanlı’da Hayvanlar ve İnsanlar.
Önceki milletlerden birinde, bir köpeğe su verdiği için cennetlik olan kötü bir kadın ile bir kediyi aç bırakıp ölümüne sebep olduğu için cehennemi hak eden saliha bir kadının hikâyesini Hazret-i Peygamber anlatmıştır.
Bu korku ile eskiler, kendi yemeden hayvanını yedirmiş; ahır hayvanlarının altını temizlemiş, onların suyunu, yemini kontrol etmeden yatmamıştır. Hükümet de, mesela kümes hayvanını baş aşağı taşıyanlara; ata, eşeğe takatinin üzerine yük yükleyenlere ceza vermiştir. Hayvana kötülük yapan, Osmanlı cemiyetinde barınamazdı.
Kediler Câmii
Osmanlılar, sokak köpeklerinin yiyecek bulması, sıcak günlerde kuşların su içmesi, kanadı kırık leyleklerin tedavisi, dağda aç kalan kurtlara et verilmesi, yaralı atların iyileştirilmesi için vakıflar kurmuşlar.
Cami, medrese, saray gibi binaların güneş alan ve rüzgar vurmayan cephelerinde, insanların ulaşamayacağı yükseklikte kuş evleri yapmışlar. Mezarların üzerine kuşların su içmesi için küçük tekneler yerleştirmişler.
Vakıflar arşivinde, eskilerin hayvan sevgisi ve merhametini gösteren çok enteresan vakıflar vardır. Meselâ İzmir’de Mürselli İbrahim Ağa, 1307’de, Ödemiş Yeni Câmi civarındaki leyleklerin beslenmesi için senelik 100 kuruş vakfetmiş.
Adana Beylerbeyi Ramazanoğlu Pîrî Paşa, 1558’de, binek ve besi hayvanlarının otlaması için mera vakfetmiş.
Lütfi Paşa, 1544’de Tire’de gelip geçen yolcuların hayvanlarının su içmesi için çeşme, yalak ve havuz vakfetmiş.
Rumelihisarı’nda 1778 tarihli Hacı Seyyid Mustafa Vakfının vakfiyesinde, “her gün 30’ar akçelik taze ekmek alınıp sokak köpeklerine yedirile” diye yazar.
1707 senesine ait Çandarlızade Mehmed Bey vakfı, güvercinlerin bakımı için bir güvercinhane kurmuş ve çiftlik evini buna vakfetmiş.
Şam’da Mescidül-Kıtat (Kediler Câmii) adında bir câmi vardır.
Kıtat, kediler demektir.
Burası, aynı zamanda sokağa atılan kedi yavrularını himaye için kurulmuş bir vakıftır.
Câmi kayyımı, yüzlerce kedi yavrusunu vakıftan ciğer getirerek beslediği bir câmidir.
Şam’da Merci Meydanından, Şam Üniversitesi ve Şam Fuarının da dâhil olmak üzere, Mezze’ye kadar olan yerler, hayvanları himaye için kurulmuş bir vakıftır.
Burası 2.5 km uzunluğunda, ortasından nehir geçen bir arazidir. Yaşlandığı veya hastalandığı için artık iş yapamaz hâle gelen binek hayvanları, öldürülmez, vurulmaz, ölüme terk edilmez; burada bakılır.
Bayezid Kütüphanesi müdürü İsmail Saib Sencer, yüzlerce kediye bakardı.
Bu sebeple Bayezid Kütüphanesi’ne, Kedili Kütüphane denirdi.
Eskiden beri onlarca, yüzlerce sokak kedisine bakan, onları besleyen insanlar olmuştur.
Hele eşten dosttan vefa görmeyen, çoluk çocuğu olmayan, olsa da bunlardan alâka bulamayanlar, muhabbet ve merhametini kedilere verdiler.
Leyleğin ömrü…
Bazı eski evlerin önünde üzeri tabak gibi oyulmuş taşlar görülür. Bunlar, sokak hayvanlarına yemek vermek üzere dikilmiştir.
Evde artan yemekler, kemikler vs. bu taşların üzerine konur.
Sokak köpekleri, kedileri gelip bunları yer. Eskiden bilhassa köpekler sokakları paylaştığı için bir sokağın köpeği, diğerine geçmezdi.
Bu sebeple evlerin önünde bir hırlaşma da mevzubahis olmazdı.
Leylekler, güvercinler, serçeler, kırlangıçlar, hiç korkmadan herhangi bir evin tepesine, bacasına yuvalarını yapabilmişler.
Soğuklar başlayınca cenuba göç etmesinden dolayı “hacı kuş” denilen leyleğe ayrı bir hürmet edilir.
Hele Bursa’da bir leylek hastanesi vardır ki, “gurabahâne-i laklakan” diye meşhurdur.
Laklak, leylek demektir malum.
Gagasıyla çıkardığı biteviye ses, ona isim olmuştur. Sembolist şair ve yazar Ahmed Haşim’in bir hikâyesine de mevzu olan gurabahâne, kanadı kırık leyleklerin tedavisi için kurulmuş bir hayvan hastahanesi ve bakımevidir.
İyileşen leylekler, gideceği yere gitmek üzere salıverilir.
Her şehir evinde bir küçük bahçe ve bunda da kümes vardı. Yumurtasından istifade için beslenirdi ama netice itibariyle her evde bir hayvan bakılırdı.
Hele farelerin eksik olmadığı ahşap evlerde, kedisiz olmazdı. Her evin kedisi, âdetâ çocuğu gibidir. Hatta çocuğa fazla alâka gösterseler, kıskanır.
Köylük yerlerde bir koyun kaybolunca, koyunu yememesi için kurdun ağzı bağlanır. Bunun için “ocak”tan insanlar, kendine has bir merasimle bir ipi bağlayarak Veşşemsi suresini okurlar. Koyun bulununca, yine benzeri bir merasimle bu sefer kurdun ağzı açılır.
Kurt, vahşi de olsa, Allah’ın bir mahlukudur, ona da merhamet göstermek lâzımdır. Ağzı bağlı kalırsa, ölür. İstanbul’un sokak köpekleri meşhurdur.
1909 senesinde belediye bunları toplayıp, teknelerle Hayırsız Ada’ya taşıdı. Bu hayvanlar burada açlık ve susuzluktan öldü.
Bu zaman zarfında uğultuları, şehir halkını muzdarip ettiğinden, teknelerle adanın yanından geçenler, bunlara yiyecek atardı.
Hayvanlar ölünce de, şehri kötü kokusu taciz etti. Ardından çıkan harpler, bu köpeklere yapılan kötülüğün cezası olarak görüldü. İttihatçıların hayvanlara yaptığı bu muamele, insanların başına geleceklerin habercisi gibidir.
Prof. Dr. Ekrem Buğra Ekinci