İnsanların hastalıkları yüzünden köpeklerini vermek zorunda kalmaları beni çok üzüyor.
Kaprisleri ya da bahane ettikleri hastalıkları değil, ciddi sorunlardan bahsediyorum. İleri derece kanser, sakatlanma gibi. Köpek sahiplerinin belki de en büyük korkularından biridir bu.
Her türlü sorumluluğu alırsınız, ama hayat işte, kendinize bile yetemediğiniz zamanlar olabiliyor şanssızsanız. Ben de çok düşünüyordum bunları köpeğim hayattayken.
Misal, felç kalırsam onu okşayıp, sevemezsem, gezdiremezsem – onunla oynayamazsam? Kendisini artık sevmediğimi zannedip üzülürse? Ya da konuşamazsam bile? Kör olursam, göz göze bile gelemezsem? O koca gözleriyle bana bakmasını göremezsem? Ya da çok acılı sancılı bir hastalığın pençesine düşersem ve onun ihtiyaçlarını karşılayacak gücüm olamazsa?
Bunları her düşündüğümde, onunla benim yanımda ilgilenecek bir ailemin varlığı beni biraz olsun rahatlatırdı.
Ya da tam tersi.
O kör olursa? – ki bazı ırklarda sık görülen bir talihsizliktir – Önemli değil, sesimle yönlendirebilirim. Anlamaz bile görmediğini. Sağır olursa? Hareketlerle anlaşırız, zaten anlıyor jestlerimizi. Peki ya sakat kalırsa ya da yürüyemeyecek kadar çok yaşlanırsa? Bebek arabası alır yine gittiğim her yere götürürdüm onu. Mutlu ederdim yine.
Ama dedim ya işte, hayat iyi-kötü sürprizlerle dolu. Bunların hiçbiri olmadı bize. Hatta o yaşlanmadı, büyüyemedi bile. Küçücükken kaybettik onu.
Diyeceğim o ki, bir köpek sahiplenirken hayatınızdaki bütün şartları değerlendirmeniz gerekir. Çünkü yukarıda saydığım HER ŞEY bir insanın ya da hayvanın başına gelebilir. Abarttığımı düşünenler olduğu gibi, başka olasılıklar kurgulayanlar da olacaktır mutlaka.
Köpeklerini terkeden insanları düşününce kendi kendime hep diyorum ki, “Biz köpeğimizi özlemekten acı çekiyoruz – insanlar köpeklerini terkediyorlar.”
İşte bu hisleri bana tekrar tekrar yaşattıkları için, o kalpsiz insanlara – o hayvanlara yaşattıkları acıların kelebek etkisi gibi kat kat büyüyerek onlara geri dönmesini diliyorum.