İnsan ve hayvan haklarını farklı şeyler olarak algılama eğilimindeyiz, ancak bu bakış açısı her iki durum için de bir sorun teşkil ediyor. Kabul etmemiz gerekiyor ki, bu iki hak, aslında birbiriyle çok bağlantılı kavramlar ve aslında hayvan haklarına sahip çıkmak, insan haklarına sahip çıkmaktır!
İnsan hakları ile başlayalım: Equality Human Rights’a göre insan hakları “haklar ve özgürlükler” kavramlarıyla bütünleşiyor. Her insanın adalet, itibar ve özgürlük hakkı var. Birleşmiş Milletler ise bu tanımı yaşam özgürlüğü, kölelik ve sömürüden uzak ve işkence edilmeden yaşam hakkı olarak açıklıyor.
İnsan hakları denildiğinde, tüm insanların aynı haklara sahip olması prensibi de söz konusu ancak öyle değil, olamıyor. Hayvanların, insanların sahip olduğu haklara sahip olmaması “oy veremedikleri” için olarak açıklanıyor. Buna göre çocukların da hakları olmamalı çünkü oy veremiyorlar. Ya da cezaevindeki mahkûmların da olmamalı, çünkü onlar da oy kullanamıyorlar. Fakat birçoğumuz çocukların da ve mahkumların da hakları olduğunu savunuyoruz, oy kullanamıyor olsalar bile.
Sonuç olarak, hayvanların oy kullanamadıkları için haklarının olmaması konusu yanlış ve bir o kadar da aptalca.
Hayvan haklarının tanımlanması aslında oldukça açık ve basit. Hayvanların öldürülmemesi, esir edilmemesi, yaşam haklarının tanınması olarak açıklanabilir. Hayvanların da yaşamaya ve özgür olmaya hakları vardır çünkü bizimle aynı hislere sahiptirler. Bilinçleri ve zekâları vardır.
İlgili yazı: Zoosadizm: İnsanlar neden hayvanlara işkence eder?
Hayvan haklarının oy vermeyle herhangi bir ilgisi yoktur; öldürülmemeleri, acı çektirilmemeleri ve insanların onları kullanmak için köleleştirmeden yaşamalarıyla ilgisi vardır.
İnsan ve hayvan haklarının ne ifade ettiği ve etmediğiyle ilgili koca bir kitap yazılabilir, ancak bu yazının anafikri aslında düşündüğümüz kadar ayrı noktalarda olmayışları. Tahminimizden daha iç içeler. Hatta ikisi birbirini etkileyebilir bile. Bununla ilgili birçok örnek verilebilir, bu örneklerle insan ve hayvan haklarının aslında iç içe geçmiş olduğunu anlatabiliriz.
İlk örnek: Evsizlik. Çoğu zaman hayvanlarla yaşayan bir insan evsiz kaldığında, hayvanların sonu da barınaklar oluyor. İnsanların ev sahibi olmasıyla ilgili bir sorunumuz varsa, bu aynı zamanda hayvanların da sorunu demek oluyor. Her insanın olduğu gibi her hayvanın da bir yuvaya, eve, barınmaya ihtiyacı ve hakkı var.
Bir diğer örnek ise eğitim üzerinden verilebilir. Her insanın iyi bir eğitim şansı olmayabiliyor. Halbuki eğitimin bir ayrıcalık değil, hak olması gerekiyor. Eğitim sistemleri, öğrettikleri şeyler bakımından çoğu zaman oldukça kısıtlı, hem hayvan hem insan hakları konusundan ise yoksun. Ne var ki, bu hakların sağlanması için ilk şart eğitimdir. İnsanları eğitmek, terk etme vakalarına karşı tek çözümdür.
İnsan ve hayvan haklarının iç içe geçtiği bir diğer konu ise, “bir insanı haketmek” diye bir kavramımızın oluşu ama “bir hayvanı haketmek” diye bir kavramımızın olmayışı. Ya da hayvanlar arasında yapılan “hak etme” ayrımcılığı. Çiftlik hayvanlarının ölümüne ses çıkarmazken, evcil hayvanlarının öldürülmelerine ses çıkarmamız bunun kanıtı değil midir?
Son örneği de tarihinde kendisinden verelim: Türcülük teorisi, yani tür ayrımcılığı, tarihteki önyargı ve ayrımcılıklara dikkat çekici şekilde benziyor. Türcülük çok önemli bir kavram. Çünkü hayvanlara etik bir şekilde davranmak yerine onlara saygı duymadan muamele ettiğimizin altını çiziyor.
Birçok insan, hayvanların duygusal olarak ne kadar zengin olduğunu, zevk ve acı duyabildiğini önemsemiyor. Hatta aksine sanki bu duyguları yaşamıyorlarmış, sanki çevrelerinde ne olup bittiğinin bilincinde değillermiş gibi davranıyorlar. Ve bunu sadece biz insanlardan daha farklı göründükleri için yapıyorlar. Hiç adil değil.
1 Yorum
Geri bildirim Sokağa Düşmek, Aile Ferdi Olmak: Köpek Merkezli Bir Şehir Analizi - Patipedia